ASFALT NECLA/MÜNİRE ÇALIŞKAN TUĞ

ASFALT NECLA/MÜNİRE ÇALIŞKAN TUĞ

Gülçin Tüzel Dokur | 27/12/2017

                 

Yıllardır, alışılanın tersine,  kadın görünümlü bir korkuluk duruyordu asfalt yolun kenarındaki salaş kulübenin bahçesinde. Şimdiye kadar bilinen korkuluklar;  giydirilen pantolon, ceket ve başına kondurulan şapka ile hep erkek figürüydü.  Toprakla bütünleşmiş görüntülerini, ellerinin devinimini, onlar ekip dikerken kimi bir ağaç dalından, kimi de bir tümseğin üzerinden izledikleri, neşeli ötüşleriyle çalışmasına eşlik ettikleri bir kadının korkuluk biçimine girmiş halinden korkar mıydı bahçeye dadanan kuşlar?  Hoş erkeklerden de korkmuyorlardı ya. Kimi zaman tepesine, kimi de iki yana açılan kollarına konar, dikkatli bakışlarla çevreyi taradıktan sonra, ona meydan okurcasına, kuyruklarını aşağıya eğip korkuluğun denk gelen yerine kakasını yapar, hızla ağarlardı domateslerin, fasulyelerin, kabakların arasına.

   

Çevresi;  yer yer çürüyüp yosun bağlamış, rengi kararmış, sivriltilmiş uçlarına konserve, salça kutuları ve yumurta kabukları geçirilmiş tahta parçalarıyla sarılmış bahçedeki kadın taklidi korkuluk,  beyaz başörtüsü ve çorapları, divitin kumaştan çiçekli elbisesi, elbisenin üzerine geçirilmiş uzun hırkası, giysilerin içindeki bedeni simgeleyen ağaç aksamı ile bekliyor yolun kenarında. Sırtını yüksek dağlara dayayıp eteklerini denize uzatmış bu sahil kasabasında kamyonlar geçiyor asfalt yoldan.  Kimi sağa, kimi sola giden, kimi demir yüklü olduklarından ağır ağır, kimi de yükünü henüz almadığından hızlı kamyonlar, kulübenin önünden geçerken korkuluğu selamlar gibi yavaşlayıp sonra yollarına devam ediyorlar. Hani uğrak yerleri vardır yol kenarlarında, orada mutlaka durulur,  bir çay içilir,  biraz soluklanılır,  oraya özgü lezzetler tadılır, onun gibi bir şey işte. Şehir kaçkını, yorgun ve küskün korkuluk, saplandığı toprağa tutunmaya çalışırken, kol niyetine uzanan ağaç aksama geçirilen çantasıyla bir yandan da gitmeye, yoldan geçen kamyonlara atlamaya hazır bir yolcu gibi bekliyor yolun kenarında. Bir korna, bir el hareketi, belki de sırıtkan bir gülüştü beklediği.

  Korkulukla özdeşleşen bir kadın olmak, kim bilir belki de, badireler atlatmak, korkularla yüzleşmek demektir. Korkutmak için korkuları aşmak, rüzgârlara, fırtınalara direnmek, yağmurda ıslanıp ayazda titremek, bütün bunların üstesinden gelebilmek için de kendi kendine şarkılar, türküler söylemek.  Ya da korkularını kâbusların kucağından kurtarıp hayatta kalabilmek, bir dillim ekmek ve çocuklarının okul masraflarını çıkarabilmek için, yoldan gelen geçeni selamlamak, aç bir çağrıya uyup dağ yamaçlarında ağaç diplerine yatırdığın bedenini hoyrat ellere teslim etmek. Sonrası içki ve sigara kokan nefesleler, yağlı vücutlar, aceleci, iş bitirici devinimler; yıpranmış, kenarları yırtılmış, kirli paralar…

  Sabun kokulu iç çamaşırlarını, beyaz çoraplarını, kendisiyle neredeyse bütünleşmiş siyah eteğini, kalçalarından aşağıya kadar sarkan, rengi değişse de modeli hiç değişmeyen hırkasını giydi Necla.  Çantasını koluna taktı. Kulübenin kapısını açtı.  Yorgun bedeni, pörsümüş derisi, bir parantezi andıran bacakları, kısacak saçlarıyla kapıda durdu.  Işıltısını çoktan yitiren gözleriyle önce yola baktı uzun uzun, ardından toprağın üstünde yatan korkuluğa.       ” Bu korkuluktan tek farkım nefes alıp veren bir bedene sahip olmam. Onun da benimkiler gibi eklemlerinden gıcırtılar geliyor, o da acı çekiyor. Kolay mı bu kadar yağmura, soğuğa, rüzgâra dayanmak, düşüp düşüp yeniden ayağa kalkmak.” diye düşündü. Yorgun bedenini sürüyerek korkuluğun yanına geldi, onu doğrultup toprağa dikti. Dibine koyduğu taşı ayağıyla sıkıştırdı. Hırkasını, sol kola astığı çantayı düzeltti.  Sağ kolunu her zamanki gibi yukarıya kaldırıp sabitledi. Bu kol “ Buradayım, hazırım.” demekti. Sonra uzun uzun izledi eserini. Onun kaygısız ve korkusuz duruşuna özendi, kendi vücudundaki morlukları onarmak istercesine dokundu ahşabın nemli yosunlarına. “Şanslısın” dedi. “ Senin kollarına kuşlar konup cıvıldaşıyor gün boyu, benimse üstümde kocaman göbekli adamlar tepiniyor, hoyrat elleriyle kanatıyorlar bedenimi. Köpeğe kemik atar gibi yüzüme fırlatılan kirli paralar onların vicdanını rahatlatırken ben çürüyorum günden güne. Korkuluk bile olmayacak benden geriye kalandan.”

 

Necla düşüncelere dalmışken Vuruzat’ın yüklü kamyonu göründü asfalt yolda. Toparlandı, ayağa kaldırdığı korkuluğu yatırıp bahçe kapısına çıktı. Bekletmeye gelmezdi Vuruzat’ı.  Hep aceleci ve asabiydi. Karısıyla kavgalarının acısını kendisinden çıkarırdı çoğu zaman. Kapı olarak kullandığı çalıları kenara çekip yavaşlayan kamyona atladı. Gaza bastı Vuruzat. Kasabanın dışına çıkınca kamyonu kenara çekip durdu. Necla’yı kolundan tutup sürükledi çalılıkların içine.  Çalıların arasındaki fareler ve kertenkeleler biraz sonra Necla’nın bacaklarından akacak taze hücreli, sümüksü sıvıyı koklamanın hazzıyla kaçışıp beklemeye başladılar.

   

Vuruzat, araba yağına bulanmış pantolonunu indirdi. Kocaman göbeğinin üstüne çektiği kirli atletiyle abandı Necla’nın üzerine. Nefesi sigara ve içki kokuyordu. Hiç fırçalamadığı dişleri sapsarıydı. Dipleri kapkara tırnaklarını Necla’nın etine daldırıp daldırıp çıkarıyor, ama bedeni bir türlü uyanmıyordu. Sinirlendi. “ Kart karı, bu ne hal lan, köpek bile uyanmaz bu vücut karşısında, kıpırda biraz!” diye bağırdı. Necla, girişimleri sonuç vermeyince alttan almaya, Vuruzat’ı sakinleştirmeye çalıştı.  “ Gerginsin, para da verme bu sefer,  başka zaman…”  dediğinde, Vuruzat, bedeninin işlevsizliğinin tüm hıncını ondan çıkarmak ve adının hakkını vermek istercesine Necla’ya vurmaya başladı. Necla uzanmış, acılar içinde kıvranırken çalıların içindeki soda şişesi çarptı Vuruzat’ın gözüne. Hızla kalktı Necla’nın üzerinden, şişeyi aldı. Mademki onun bedenini uyandıramıyordu bu kart karı, o ne yapacağını bilirdi.

 

 Necla kanlar içinde yatarken Vuruzat pantolonunu giydi, bir sigara yaktı. Sendeleye sendeleye yola indi. Kamyona binip gaza bastı. Hırıltıyla uzaklaştı kamyon. Necla kamyonun uzaklaştığını anlayınca zorlukla toparlandı. Bacaklarından kanlar sızıyordu, Düşe kalka asfaltın kenarına geldi, oracıkta bayılıp kaldı. Yılların Asfalt Necla’sı yolun kenarında, kendini görüp kurtaracak birilerinin olup olmadığını bilmeden kanamaya devam ederken, fareler ve böcekler Necla’nın toprağa sızan kanını koklamaya başlamıştı çoktan.

  Şeref çocuğu ve karısıyla kayınvalidesinden dönüyordu. Yolun kenarında kanlar içinde yatan Asfalt Necla’yı gördü. Önce ikirciklendi durup durmamakta. Arka koltukta oğluyla oturan karısına baktı, onun yüzündeki ifadeden karısının da gördüğünü, yardım etmek istediğini anladı, ama oğlunun bu manzarayı görmesini istemediği için yola devam etti.  Eve gelip karısını ve çocuğunu indirdi. ” Siz geçin eve, gelirim ben.” deyip geri döndü. Fatma sevgiyle baktı Asfalt Necla’yı kurtarmak umuduyla geri dönen kocasına.

   Kimseye zararı yoktu Asfalt Necla’nın. Üstelik ilkeli çalışır, kasabadan hiçbir erkeği kendine yaklaştırmazdı. Kasabanın kadınlarının sigortası gibiydi.  İlk zamanlarda kendisine yaklaşma girişiminde bulunanlara “Eşlerinize sizi şikâyet ederim, benden uzak durun, hatta buralarda sizi başkalarıyla da görsem susmam, bilirsiniz bu işlere soyunanın kulakları delik olur, duymayacakları, görmeyecekleri olmaz” der, erkeklere korku salarken kadınların içine serin sular serperdi. Belki de burada tutunabilmesini, kimsenin ona karışmamasını böyle sağlamış, işini rahat yapabilmek için kendisine zemin hazırlamıştı. Yaşı kaçtı, nereden gelmişti, kocası yok muydu, kimse bilmezdi. İstanbul’da üniversite okuyan bir kızının olduğu, onun da buraya hiç gelmediği, hatta kızına, ölse bile cenazesine gelmemesini tembih ettiği söyleniyordu. Ortalıktan kaybolduğu günlerde, iş tuttuğu kamyonculardan biriyle kızını ziyarete gittiği söylenir, çok geçmeden geri dönerdi.

 




ASFALT NECLA,HİKAYE,KADIN


Şeref, asfalt kenarında kanlar içinde yatan kadının nefes aldığını anlayınca sevindi. Onu arka koltuğa yatırıp hastaneye geldi. Kasabada herkes Asfalt Necla’yı tanıdığı, bildiği için hastanedekiler Şeref’e fazla bir şey sormadan işe koyuldular.  Doktor, çok kan kaybettiğini, kurtulmasının mucize olacağını söyledi. Yoğun bakıma alınıp tedaviye başlandı. İşlemler tamamlandıktan sonra hastaneden ayrılan Şeref, kendisini bekleyen karısına ve oğluna dönmek için yola çıktı.

   Asfalt Necla’yı o günden sonra gören olmadı. İstanbul’daki kızının yanına gittiğini söyleyen de vardı, kendisine çalışacak başka bir yer bulduğunu söyleyen de. Yoldan geçen kamyonculardan bazıları bir süre daha kulübenin önünden geçerken yavaşlayıp korna çaldı, içeriden çıkan olmayınca gaza basıp uzaklaştılar. Sonra kornalar da kesildi. Kulübenin bahçesindeki korkuluk cılız otların arasında yere uzanmış öylece yatıyordu.



  Münire Çalışkan Tuğ