BENİM PROBLEMİM/YEŞİM TEKE

BENİM PROBLEMİM/YEŞİM TEKE

Gülçin Tüzel Dokur | 01/10/2017

                               


İki heceli kelimelerle aslında bir problemim yok. Sadece heceler birbirinden ayrıldığı vakit, biri diğerinin öteki yarısıymış gibi geliyor. Bazen bunu dert ediyor ve söylerken hızlanıyor, yapışık ikiz gibi görünmelerini sağlıyorum. İnsanlar neden çok hızlı konuştuğumu sorduklarında bunu söylememe imkan yok. Ruh hastası damgası yemek, birinin ruhu hakkında teşhis koymaktan bile daha berbat. Oysa ruh hastası, başı ağrıyan ya da beli incinmiş bir insanın yaşadığı sağlıksızlık durumu ile eş değer ve ben bundan utanmamalıyım. Ruhum bugünlerde soğuk almış ya da ağır bir yük kaldırmış olabilir ve normal bir ruhtan biraz farklı gözükebilir. Hep bir tahmin söz konusu çünkü kendisi ile iletişim kuramıyorum. Onunla konuşmayı denedim ancak beni dinlememekte ısrarcı. 

 

Sahi nesi vardı ruhumun? Ağır bir yükün ağrısı elbet tedavi edilebilirdi. Yük, yüklenmeye devam etmiyorsa tabi. Soğukluk ise en basiti. Ruhumu ısıtacak güzellikler bulmakta zorluk çekecek bir yapıda olmamakla beraber benim bu konuda mıknatıs özelliğim var. Belki de sorun mıknatısın ta kendisidir. Ben üşürken güneş beni kendine çekiyor, ben sıcak bir çocukken güneş beni itmeye başlıyor. İşte bu yüzden çok yorgunum. Fakat hastalık teşhisi konusunda çok düşünmenizi tavsiye ederim. Karşınızda sadece iki heceli kelimelerle tuhaf bir hikayesi olan biri var. Hepsi bu, anlıyor musunuz? Tamam, belki de anlaşılmak adına daha anlaşılır konuşmalı ve size örnekler vererek durumumu izah etmeliyim. 

 

Yolum bir parka doğru ilerliyor ve ben sıcak havanın tokadı ile terliyordum. Bu sırada ayakkabı bağlarımın çözüldüğünü fark ettim ve onlara doğru eğilip işlerini bitirdim. Kırdığım dizlerimden tutup kalkacaktım ki vazgeçtim. Ayakkabı bağlarımı incelemeye başladım. Birbirine bağlanmış olan iki ayrı ip, akrabası ile zorla evlendirilen on beşindeki kız çocuğu ve kemerini çözerken, ailesine kabul ettiremediği kadının hayalini kuran otuzlarındaki tarla işçisi gibiydiler. O kadar sıkı bağlanmışlar ki bu sıkılıkta birbirlerinin boğazını sıkıyor gibi bir halleri vardı. Aynı iptiler ayrı ayrıyken fakat bir aradayken birbirlerine hiç benzemiyorlardı. Oysa iki ip birbiri ile iç içe olmadan anlamsızdı. Tıpkı iki heceli kelimeler gibi. 

 

Kendimi sınır dışı etmek istedim bu dünyadan. Beynimin çıkıntılarında ufalanan kaya parçaları, sol göğüs kafesime yerleşiyor, sen fazlasın buraya deyip kalbimi kapı dışarı ediyorlardı. O an "Baba" dedim. 'Ba-Ba' demedim. Bölemedim şakaklarından babamı. Ayıramadım bir ela gözü diğer eşinden. Asılsam omzundan, diğeri de üzerime göçecek gibiydi. Sarılsam sol bacağından, sağ bacağı kurtarırdı onu mutlaka. Ayıramazdım işte babamı, babanızı, babayı... 

 

Duygu sömürüsü yapar, olanları anneme anlatır belki onun kendi kendini ayırmasını sağlardım. Anneler ne de olsa çocukları için her şeyi yapardı. Girişimlerim başarısız olmakla beraber, anne; babadan daha dişli çıktı. Sen beni ayırmayı başarsan bile, ben başıboş dolaşmam ve hayat bulurum. Deneyelim istersen dedi 'An' ve 'Ne' oluverdi. Yarımın biri zamanı anlamlandırırken diğer yarım ise bir soru olup çıktı karşıma. İyi de anne, benim ne zamanla işim var ne de sorularla. Ben ne diye seni ayırmaya kalktım ki şimdi? Hadi dön anne! Anı yakaladım bekliyorum, gelmemen için sebep ‘ne’ ?

 

Görüyorsunuz ya, benim derdim kendimle. Kurduğum iki heceli kelimeler de kendime aitse sizin hala bu hikayede işiniz ne?

 

YEŞİM TEKE


birazazbiraz.blogspot.com