BAŞIM GÖZÜM.../EBRU ZEYNEP DİŞİAÇIK

BAŞIM GÖZÜM.../EBRU ZEYNEP DİŞİAÇIK

Gülçin Tüzel Dokur | 17/10/2017

 

Çay!

Bir bardak çay.

Önüme her sunuluşunda önce dumanına takılır gözlerim. Geçmiş uçuşurken her bir kıvrımın arasında, masaya vururum tam üç kez feleğin ardından saya saya...

İnce beline doladığımda nasır tutmuş parmaklarımı, hissedemem o sıcaklığı.

Kaşık, tabağın kenarında bekleye dururken ilk yutkunuş geçer öksürükle cebelleşen dudaklarımın ilk kıvrımından.

Bir simitçi seslenişi, bir martı çığlığı. İnce belli bardakta duran çayın en önemli iki sıfatı.

Sigaram kalın ve çatlamış parmaklarıma yakışmaz oysa ki. Çay bardağımın yanında, kül tablanın yamacında asılı kalırken “gelmişine geçmişine” diyen kaba saba ellerim dil olur önce.

Sonra bir de bakmışsın ki, söz olup uçuvermiş gökyüzünün mavisine.

Sevdiğim kadının tadı bol çizgili avuç içimi mesken tutarken bir gemi soldan sağa doğru süzülür denizin sessizliğinde.

Çay!

Şimdi ben seni nasıl sevmem ki! Sen söyle!

Hep yarına ertelediklerimle kaldım şimdi. Dudaklarım isyana hazırken, Yaradan’a sığınan kalbim sus dedi sustum. Sus dedi sustum.

Bilirim ki, sevdiğim kadın ahiret kapısının eşiğinde kuçak açıp bekler şu yıkık dökük dünden kalma bedeni. Dışı eski olsa da, içi taptaze ve diri.

Çayın dibini oldum olası içmem ya!

Çalı çırpıya yeltenmeyen ellerim uzandı çay tabağına.

İkinci bardak o dem kokusu ile yaklaşınca yanıma, bir serçe kondu ürkekçe masama.

Kırılgandır serçeler. Ürkek, bir o kadar da naif...

Tabaktaki çaya uzanan gagasıyla eşlik etti şu ihtiyara. 

Yarına kalmaz ki şu dünya! Paylaşmak bugünün hediyesi.

“Başım gözüm üstüne” dediğim ne varsa...

Ebru Zeynep DİŞİAÇIK